Amatör fotoğrafçılıktan ölümsüz yönetmenliğe uzanan bir hayat…
17 yaşında Look dergisinde foto muhabiri olarak başlayan 48 yıllık kariyerine sadece 16 film sığdırabilmiş Kubrick. Az ama özün tam karşılığı bu olsa gerek. Her bir filmine çocuklarıymışçasına özenmeseydi biz onu sinemanın mihenk taşlarından biri olarak bilmezdik belki de. Birbirinden çok farklı kumaşlarda filmler çekse de önceden haberdar olmadan bir Kubrick filmi izlediğinde “Bu filmi çekse çekse Kubrick çekmiştir!” dedirtir insana.
Dahilikle delilik arasında ince bir çizgi vardır. Kimileri Kubrick’in hastalık seviyesindeki detaycılığını delilik olarak algılar, kimileriyse bu ayrıntıların barındırdığı ezoterik sembolizm içinde kaybolur. Kimileri onu insanın vahşi doğasını anlattığı için mizantrop addeder, kimileriyse müthiş bir gözlemci; “Sinemanın Nietzsche’si”. Kimileri onun kıyamet tellalliğini pesimizm olarak değerlendirir, kimileri realizm.
Hakkındaki tüm bu tartışmaları bir kenara bırakmak gerek. Çünkü onun sanatı, sanat içindi. Anlaşılsın ve sevilsin diye yapmadı filmlerini. Zaten büyük gişe rekorları kırmadı, festivallerde ödülleri süpürmedi. Hepsini sadece sanat adına yaptı.
Kubrick’in filmlerinde farklı konular ele almış olsa da hepsinde öne çarpan ortak birkaç tema vardır: insanlıktan uzaklaşma, yabancılaşma, hayatın anlamsızlığı ve tarihin döngüselliği. İnsan ruhunun yaralanmış bölgelerini alıp sürreal ortamlara taşıyarak ameliyat eder. Karakterlerinde ise sınıf ayrımı yoktur. Devlet adamlarından toplumun kılcallarına kadar herkes insandır ve özünde ilkeldir. 2001: A Space Odyssey filminin açılışındaki maymunun havaya attığı kemiğin uzay mekiğine dönüşme sekansında gözümüze sokar bunu Kubrick. Binlerce yıllık tarihsel sürecin değiştirdiği tek şey aslında insanın oyuncaklarıdır. Evrilen şey insan ruhu değil insanın elindeki yıkıcı gücün niteliği ve niceliğidir.
Özetle, onun filmleri insanın içindeki karanlığın sinema perdesindeki yansımasıdır. Müziği görüntüye ustalıkla entegre ederek bu karanlığı beynimize bir mıh gibi çakar. Yönetmenin çok konuşulan simetri takıntısı ve hipnotize edici tek nokta perspektifi ile sizi de filmin içine, kendi yarattığı o ürpertici dünyaya davet eder. Bu teknik sayesinde bir film izleyicisinden ziyade gözlemci konumunda olursunuz çünkü. Gerim gerim gerer insanı; ama zaten siz bir Kubrick filmi izlemeye karar verdiyseniz ‘normal’ bir film izlemeyeceğinizi biliyorsunuzdur.
Yönetmenin popüler mükemmeliyetçiliği hakkında detaylar ve az bilinen bazı özelliklerini aşağıdaki 10 maddelik listeden okuyabilirsiniz.
1. Asperger Sendromu iddiaları
Bazı söylentilere göre Kubrick’te Asperger Sendromu denilen bir bozukluk vardır. Asperger Sendromu kişiyi hayatı boyunca etkileyen bir sosyal etkileşim bozukluğudur. Asperger Sendromu, otistik spektrum bozukluklarından biridir fakat otizmden farkı; otizmde genel olarak beceri düşüklüğü varken Asperger Sendromu’nda bir alanda yüksek beceri gözlenmesidir. Ayrıca zeka geriliği yoktur. Kişi sosyal açıdan oldukça içine kapanık ve toplumla uyumsuzdur fakat bunun farkındadır. Otizmde bu şekilde bir farkındalıktan söz edilmez.
Semptomlar dahi yönetmenimize uygun gibi görünüyor. Peki bu sendrom bir lanet mi yoksa kutsama mı? Belki de Kubrick’i bir sinematik mesih haline getiren şey bu sendromuydu, kim bilir.
2. Satranca düşkünlüğü
Kubrick’in en büyük hobisi satrançtı. Öyle ki kendisi ve filmleri hakkında yapılan sergilerde dahi satranç tahtası eksik olmazdı. Dr. Strangelove filminin setinde, çekim aralarında aktör George C. Scott ile sık sık satranç oynarlardı. Hatta yarım bırakmaları gerektiğinde tahtanın yanına “strict continuity, do not touch” yazan tabelalar bırakıyorlardı. Ünlü fizikçi Jeremy Bernstein da bir yazısında Kubrick ile 5 oyun oynadıklarını ve dördünü Kubrick’in kazandığını söylüyor. Bernstein’ın verdiği röportaja göre, eskiden oldukça yakın olan ikilinin arkadaşlığı Bersntein’ın A Clockwork Orange filmini beğenmediğini söylemesi üzerine sonlanmış.
Kubrick’in filmlerindeki başarısını da satranca olan düşkünlüğünü bağlamak mümkün. Zira yönetmenin filmleri onun satranç tahtaları gibiydi. Görüntü, müzik ve hareket ile piyonlarıymış gibi oynuyor, filmin sonunda ise izleyicisini mat ediyordu.
3. Kubrick, bir kontrol delisiydi.
Film çekimleri esnasında sahneleri yüzlerce kez tekrar çekmesiyle oyuncuları çıldırtan yönetmenin Guinness Rekorlar Kitabı’nda bir dünya rekoru bile mevcut. Son filmi olan Eyes Wide Shut‘ı aralıksız 400 günde çekmesi ona bu rekoru ve kontrol delisi unvanını kazandırmış olsa gerek. Özellikle The Shining‘in aktrisi Shelley Duvall‘ı hayattan bezdirecek kadar üzerine gitmişti çekimlerde. Fakat Duvall sonradan bunu neden yaptığını anladığını açıklamış.
Sadece son filmlerinde değil, daha ilk uzun metrajlı filmini çektiğinde bile bir kontrol delisiydi. Fear and Desire‘ı çektikten sonra filmden nefret eden yönetmen, kimse izlemesin diye filmin tüm kopyalarını satın almıştı.
4. Komplo teorileri
Kubrick, bilim-kurgu klasiği 2001: A Space Odyssey‘i çektiğinde henüz insanlık aya ayak basmamıştı. Filmin yayınlanmasından 1 yıl sonra Neil Armstrong aya ayak bastığında, bunun gerçek olmadığını ve Kubrick’in çekimi stüdyoda gerçekleştirdiğini savunan komplo teorileri ortaya atılmıştı. İşin ilginç yanı ise günümüzde bile hala bu teorinin yandaşları sayıca oldukça fazla.
5. 2001: A Space Odyssey’in orijinal açılışı
Filmin açılışının, Freeman Dyson ve Carl Sagan’ın da dahil olduğu gerçek bilim insanlarının dünya dışı yaşam hakkındaki yorumlarını içeren 10 dakikalık siyah-beyaz bir sekans ile olması planlanmıştı. Sonradan bu sahne filmden çıkarıldı. Burada ilginç nokta ise bilim insanlarının arasında bu iş için ücret talep eden tek kişinin Carl Sagan olması.
Ayrıca Kozmik Bağlantı kitabında Sagan’ın anlattığına göre; Kubrick, dünya dışı varlıkların en iyi nasıl tasvir edileceği konusunda Sagan’ın fikrini istemişti. Sagan’ın, dünya dışı canlıları insansı özelliklerle tasvir etmenin yanlış olacağını söylemesi üzerine Kubrick onları biyolojik varlıklar olarak değil, saf enerji ve ruh olarak ifade etti. Muhteşem bir iş birliği.
6. Kubrick, birçok yönetmenin ilham kaynağıydı.
Kubrick’in tarzı kendisinden sonra gelen birçok yeni nesil yönetmen için ilham kaynağı olmuştu. Martin Scorsese, Steven Spielberg, James Cameron, Woody Allen, Ridley Scott gibi isimler Kubrick’ten nasıl etkilendiklerini belirtmekten hiç çekinmedi. Hatta Quentin Tarantino, Reservoir Dogs filmini yapım aşamasında Kubrick’in 1956 çıkışlı filmi The Killing‘inden ne kadar etkilendiğini belirtmişti. Kubrick’ten 12 yaş büyük olan ve eleştirilerindeki acımasızlığı ile ünlü efsanevi yönetmen Orson Welles de Kubrick’i yeni neslin devi olarak gördüğünü açıklamıştı.
7. Hayvan sevgisi
Birçok kedisi ve köpeği olan Kubrick’in tartışılmaz bir hayvan sevgisi vardı. Çekimlere gideceği zaman evdekilere kedilerinin bakımı için 15 sayfalık talimatlar bırakıyordu. The Shining filmindeki ünlü asansör sahnesi için gerçek hayvan kanı kullanmayı reddetmişti.
8. Anti-militarizm
Kubrick’in çektiği tüm savaş filmleri aslında savaş karşıtı filmler. Özellikle Paths of Glory ve Full Metal Jacket, savaşın kendisini değil de insan psikolojisinde bıraktığı tahribatı ele almasıyla yönetmenin anti-militarist tavrını destekler nitelikte. Full Metal Jacket’teki, üzerinde “born to kill” yazan ve aynı zamanda barış sembolü taşıyan kask buna harika bir örnek. Filmin repliğinde belirtildiği gibi, insan ruhundaki ikiliği anlatmanın harika bir yolu.
9. A Clockwork Orange ve Singin’ in the Rain
A Clockwork Orange’ın yıldızı Malcolm McDowell‘ın filmin daha en başlarında hepimizi dumura uğratan tecavüz sahnesini hatırlıyorsunuzdur, zaten unutmak ne mümkün. Fakat bu sahneye dair önemli bir detayı bilmiyor olabilirsiniz. McDowell, Gene Kelly‘nin efsanevi şarkısı Singin’ in the Rain‘i söyleyerek dans ettiği sahneyi doğaçlamış. Kubrick bu doğaçlamayı çok beğenmiş ve şarkının haklarını satın alacağını söylemiş fakat resmi olarak bunu asla yapmamış. Malcolm McDowell ve Gene Kelly yıllar sonra bir partide karşılaştıklarında Kelly, tiksinti içerisinde oradan uzaklaşmış. Müzisyen, hem şarkının hakları için ödeme yapılmadığı, hem de imza şarkısı bir tecavüz sahnesinde kullanıldığı için oldukça kızgınmış.
10. Ve son olarak, Kubrick ve dillere destan mükemmeliyetçiliği:
Kubrick’in mükemmeliyetçi oluşu artık onunla özdeşleşmiş bir özellik. Yönetmen, hem sahneleri defalarca kez çekmesi hem de dekor ve müzik konusundaki titiz çalışmalarıyla mükemmel bir mükemmeliyetçi. Örneğin Barry Lyndon filmindeki kostümlerin gerçekçi olması adına uzunca bir süre 18. yüzyıl tablolarını incelemiş ve kostümleri tablolara uygun olarak yaptırmış. Ayrıca çekimler esnasında dönemi tam anlamıyla yansıtabilmek için sadece mum ışığı kullanmış. Bir diğer başyapıtı Eyes Wide Shut filminde ise dekor olarak kullanılan tabloları tamamen filme özel olarak yaptırmış. Hatta tablolardan bazılarını Kubrick’in eşi Christiane Kubrick ve üvey kızı Katharina Kubrick hazırlamış.
Örneğin koridorun sağında görülen tabloyu Katharina Kubrick resmetmiş. Resimdeki kedinin adı Polly ve kendisi Kubrick’in en sevdiği kedilerinden birisi.
Başka bir sahnedeki hamile bir kadının nü resmi ise filmde kullanılmış Christiane Kubrick’in ellerinden çıkan tablolardan sadece bir tanesi.