İzliyorum, öyleyse varım.
Felsefe ve sanat, tarihte buluştukları her noktada muazzam ürünler vermiştir. Çünkü felsefe de sanat da yaşam üzerine düşünmeye, yaşamı anlamaya ve değiştirmeye çabalayan iki alan. Hal böyle olunca felsefe ve sanatın dansı insana estetik hazzı ve düşünceyi aynı anda yaşatabiliyor.
Yedinci sanat olarak da anılan sinemanın felsefe ile ilişkisinin ürünü ise, derin ve katmanlı filmler oluyor. Bu filmler genelde yönetmenlerin dünyalarına onların objektifinden bakma fırsatı veriyor bizlere. Bu tarz filmlerin tadını ancak sinemayı günlük hayatın yorgunluğundan kaçtığınız bir eğlence aracından ibaret görmüyorsanız alabilirsiniz. Çünkü idealize edilmiş, seyircisini düşündürmekten kaçınan ana akım sinemasına benzemeyen bu sinema anlayışı; felsefi alt metinlere sahip ve insanı düşünmeye, sorgulamaya iten sembolik diyaloglar ile karakterize olmuş durumda. Kimi zaman da yüzeyde ilgi çekici bir hikaye, arka planda ise felsefi sorunlarını işleyen yapımlarla karşılaşabiliyoruz.
Felsefenin dingin sularından beslenmiş derinlikli bazı felsefi filmleri aşağıdaki listede bulabilirsiniz. Elbette hayata dair her şey felsefenin konusu olabileceği için ‘felsefi’ olarak nitelendirebileceğimiz binlerce film var. Fakat bu seçkide daha çok bir felsefi problemi işleyen veya yoğun felsefi diyaloglar barındıran ve göreceli olarak daha az bilinen filmler yer almakta. Böyle bir başlığın altında The Matrix, Fight Club, Eternal Sunshine of the Spotless Mind gibi oldukça popüler filmleri de anmamak olmaz tabii.
1. The Truman Show (1998)
The Truman Show, Platon‘un mağara alegorisinin sinemada en iyi işlenmiş halidir. Mağara alegorisinde anlatılan, karanlık bir mağarada zincirlenmiş biçimde mağaranın girişindeki nesnelerin oluşturduğu gölgelere bakarak ve inanarak hayatlarını geçiren insanlardır. Bu insanlardan biri, bir gün zincirlerinden kurtularak mağaranın dışına çıkar ve doğduğundan beri gördüğü hiçbir şeyin gerçek olmadığının farkına varır. Filmde Truman’ın (Jim Carrey) hayatı da tam olarak böyledir. Gerçeğe çok benzeyen bir stüdyoda doğup büyümüştür Truman ve hayatı aslında binlerce kamera tarafından çekilen bir tv programıdır. Bunun hiç de farkında olmayarak günlerini geçirmekteyken, öldüğünü sandığı babasını görür. Bu an, Truman’ın mağaradan çıkışıdır. Gerçeklik ve özgür irade sorgusunu iliklerinizde hissettiren bu başyapıtı kesinlikle izlemelisiniz.
2. The Seventh Seal (1957)
Aslında İsveçli yönetmen Ingmar Bergman‘ın tüm filmleri felsefeyle yakından ilişkili. Fakat bu film hayatın anlamını, varoluşçu perspektiften ziyade metafizik ve din felsefesi alanlarında sorguluyor. Haçlı Seferleri ve büyük veba salgınının üzerine tanrı inancını yitirmek üzere olan ölüm döşeğindeki bir şövalye, Ölüm ile satranç oynuyor. Asıl istediği kazanmak değil, sadece birtakım cevaplar. Bu satranç oyunu esnasında şövalyenin Ölüm’e sorduklarını bir noktadan sonra siz de sorgulamaya başlayacaksınız.
3. Being John Malkovich (1999)
Daha çok “Her” filmiyle tanıdığımız Spike Jonze, bu ilginç filmiyle derin bir bireysel kimlik sorgusuna davet ediyor bizleri. Hayatından memnun olmayan bir kukla sanatçısı (John Cusack), çalıştığı firmada aktör John Malkovich’in bedenine giden bir portal bulur. Oldukça absürt fakat bir o kadar da derin bir senaryoya sahip olan bu filmi henüz izlemediyseniz, hakkında fazla bir şey okumadan izlemelisiniz.
4. Hable con ella (2002)
İspanyol sinemasının yükselen ismi Pedro Almodóvar‘ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği öncü film, en iyi orijinal senaryo alanında Oscar kazanmıştı. İki adam ve aşık oldukları fakat derin bir komada olan iki kadının öyküsünü anlatan bu film yalnızlık, iletişim problemleri gibi sorunların yanı sıra filmde yer alan bir olay üzerinde çelişkili bir etik tartışmasına zemin hazırlıyor.
5. Rope (1948)
Alt metinleriyle ünlü Hitchcock sinemasının renkli en derin filmlerinden biri şüphesiz. Film, Nietzsche‘nin üstinsan fikirlerinden etkilenip kusursuz bir cinayet işleyerek yeteneklerini kanıtlamaya çalışan iki üniversite öğrencisinin gerçek hikayesini konu alıyor. Cesedi salonun tam ortasındaki sandığa koyup evde bir parti vererek işledikleri cinayetin anlaşılamayacak kadar mükemmel olduğunu kanıtlamaya çalışan öğrencilerin hikayesi hem felsefi hem Freudyen birçok mesaj veriyor. O zamanlar sinemayı domine eden sansüre rağmen Hitchcock, zekice satır aralarına serpiştirdiği eşcinsellik unsurları ile sansür heyetinin üstesinden geliyor. Üstelik film Hitchcock’un ilk renkli filmi. Diğer ilginç bir teknik özelliği ise filmin tek seferde çekilmiş olması.
6. Pi (1998)
Sayılara, özellikle de pi sayısına takıntılı bir matematikçi olan Max, doğadaki her şeyin sayılarla anlaşılabileceğine inanmaktadır. Evrenin sırrını sayılarla çözmeye çalışan Max’in hikayesi, bilim felsefesi ve sayıların ontolojisi hakkında bir sorguyu içeriyor. Rahatsız edici filmleriyle ünlü Darren Aronofsky‘nin en çarpıcı yapımlarından biri.
7. Rashômon (1950)
Bir olay, dört farklı ifade. Cinayete kurban giden bir samuray ve tecavüz edilen karısının hikayesini 4 kişi de birbiriyle çelişen bir şekilde anlatmaktadır. Hangisi doğru söylemektedir ya da herhangi biri doğruyu söylemekte midir? Daha da önemlisi, doğru nedir? Japon sinemasının devi Akira Kurosawa‘nın başyapıtı Rashômon, anlattığı merak uyandıran cinayet öyküsünün arkasında insanın zayıflığı ve zaafları, görelilik ve epistemoloji üzerine zihin açıcı çıkarımlarda bulunuyor.
8. I Heart Huckabees (2004)
Felsefi film denildiğinde akla illa iç karartıcı, derin, anlaşılması güç filmler aklınıza gelmesin çünkü listemizde eğlenceli bir yapım da var. İki dedektif, suçları çözmek yerine insanların varoluşsal krizlerini çözmeye çalışıyor. Bu esnada Sartre, Freud, Zen Budizmi, idealizm, varoluşçuluk gibi felsefi kişi ve konuları bir hikaye eşliğinde anlatıyor. Dustin Hoffman, Mark Wahlberg, Jude Law ve Naomi Watts gibi ünlü isimleri kadrosunda bulunduran bu filmle birlikte hem biraz felsefenin hem biraz eğlencenin tadına bakacaksınız.
9. The Stranger (1967)
Varoluşçu ve Absürdist filozof Albert Camus‘nün Yabancı adlı romanının sinema uyarlaması. İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin usta ismi Luchino Visconti‘nin yönetmenliğinde Marcello Mastroianni ve Anna Karina‘nın oyunculuklarıyla roman kahramanı Arthur Meursault’un yargılanma sürecinin arkasında hayatın manasızlığı ve bu manasızlığın absürtlüğü anlatılıyor.
10. Little Miss Sunshine (2006)
Listedeki eğlenceli ve iç ısıtan bir diğer film. Küçük kızları Olive’i bir güzellik yarışmasının finaline yetiştirmek üzere tatlı sarı karavanlarıyla yola çıkan bir aileyi konu alıyor. Baş karakterlerden amca Frank (Steve Carell) ve erkek kardeş Dwayne (Paul Dano), sırasıyla iki büyük filozof Marcel Proust ve Friedrich Nietzsche‘nin felsefelerini benimsemiş iki karakter olarak karşımıza çıkıyor.
11. Groundhog Day (1993)
Huysuz ve kibirli bir hava durumu spikeri olan Phil (Bill Murray), haber yapmak üzere gittiği ve nefret ettiği bir etkinlik gününü her gün tekrar tekrar yaşadığı bir döngüye girer. Bu döngüyü, Nietzsche‘nin bahsettiği bengi dönüş kavramı olarak yorumlayanlar olsa da Yunan mitolojisindeki Sisifos mitine daha çok benzemektedir. Sisifos, hainlik yaptığı gerekçesiyle Zeus tarafından sonsuza dek büyük bir kayayı bir tepeye yuvarlamaya mahkum edilmiştir. Tam doruğa ulaştığında taş düşmekte ve her şey yeniden başlamaktadır.
12. My Dinner with Andre (1981)
Andre ve Wallace, bir akşam yemeğinde bir araya gelmiş iki eski dosttur. Bir tiyatro yönetmeni olan Andre, Wallace’a hayat hikayesini anlatıyor. Senaryoyu da kendileri yazmış olan bu iki adam; hayatın anlamı, din, siyaset, sanat gibi birçok konuyu tartışmaktadır. Andre’nin idealist görüşleri ile Wallace’ın realist görüşlerinin çelişmektedir ve ikilinin zihin açan diyaloğu felsefi birçok problemi barındırmaktadır.
13. A Clockwork Orange (1971)
Anthony Burgess‘in yazdığı ve usta yönetmen Stanley Kubrick‘in sinemaya uyarladığı A Clockwork Orange, şiddetin hakim olduğu bir distopyayı betimliyor. Alex, bir soygunda çete arkadaşlarının onu ele vermesi üzerine hapishaneye düşüyor. Hapishanede devlet tarafından yürütülen bir ıslah deneyinin varlığını öğreniyor ve deneye gönüllü oluyor. Deney aslında Pavlov‘un köpeklere uyguladığı klasik koşullanma deneyinin insanlara uyarlanmış versiyonu. Özgür iradenin hiçe sayılmasını ve otoriter devlet rejimini eleştiren film, kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir klasik.
14. Agora (2009)
Agora, bilinen ilk kadın filozof ve bilim insanı olan İskenderiyeli Hypatia‘nın hayat hikayesini anlatıyor. Hypatia’yı ise Oscar ödüllü aktris Rachel Weisz canlandırıyor.
15. Waking Life (2001)
Rotoskop animasyon tekniğiyle çekilmiş bu filmde, isimsiz bir genç adam rüyadan rüyaya gezerek birçok farklı insanın fikirlerini almaktadır. Gerçeklik, hayatın anlamı, varoluşçuluk gibi birçok felsefi konuda insanı düşünmeye iten derinlikli bu film yoğun bir anlatıma sahip olduğu için birden fazla kez izlemeyi gerektirebilir. Her izlediğinizde başka anlamlar keşfedebileceğiniz bu keşif filmi, size yepyeni bakış açıları kazandıracak.